30 Ağustos 2009 Pazar

Schindler's List


Sevdiğim 1-2 siyah beyaz filmden biri. Steven Spielberg yönetmeni. '93 yılında, 7 Oskar alıp film tarihine geçmiş filmlerden. 2. Dünya Savaşı'ndaki Nazi Almanya'sını ve Schindler'in 6000 yahudiyi Alman savaş gücü gibi göstererek kurtarmasını anlatır. Soundtrack'i de bonus olsun,şahanedir.

Schindlers List (Soundtrack)

He Loves Me, He Loves Me Not


Audrey Tautou'nun harika filmi. Romantik ama gerilim.


Filmin harika bir kurgusu var. Rutin bir romantik filminden çok problematiği çözen küçük ağaç dallarını anlatıyor. Hiçbir romantik filmin sonunda böyle ürperdiğimi hatırlamıyorum. İzleyiniz. Başarılı.

28 Ağustos 2009 Cuma

Reconstruction.

Film vakti zamanında (2004 sanırım) Cannes ödülü almıştı.
O kadar karışık ve o kadar anlatılmaz bir film ki, o kadar güzel ki kurgusu, başka ne yazacağımı bilemez halde çırpınıyorum şuanda. Alıntı yapayım, siz de filmi izleyin. Pişman olmayacaksınız.




"Eğer sen benim rüyamsan, ben de senin rüyan olurum."

27 Ağustos 2009 Perşembe

İran Sineması'nda kadın üzerine - Abbas Kiorastami / TEN


Filmden bahsetmeden önce biraz İran sinemasında kadının yerini anlatmalıyım ki durumun mühimmiyetini kapasınız.
İran sinemasında kadının ilk göründüğü film 1933 yapımı Dokhtar-e Lor isimli film. Buradaki kadın, başrolde bir çingene rolünde. Dansederek ve şarkı söyleyerek para kazanıyor. İran sinemaseverleri için tabii ki ilginç bir film olduğunu söyleyebiliriz çünkü bir kadının şarkı söyleyerek ve dansederek para kazanması İran için hala ilginç:( Filme çok fazla tepki verilmemiş çünkü kimse ciddiye almamış gerçekçi olmadığı için.

Daha sonraki 10 yıl boyunca da kadınlar, erkekler tarafından yönetilen ve patriarkal ideolojiye yenik düşmüş filmlerde oynamaya devam etmişler.

1960lar boyunca ucuz fantezilere yenik düşen yönetmenler, kadınları yine şarkıcı, dansçı olarak gösterdiğinden, tarlada çalışan, fabrikada çalışan "gerçek" kadınlar hiç yer almamış filmlerde.

1979'daki devrimden sonra, yapımcılar kadınları "dışarıda" göstermekten vazgeçmek zorunda kalmış .Kadınları evinde semaverde çay demlerken, 6 yaşındaki oğluna saygı göstermek zorunda kalırken görüntülüyorlarmış.

2002'de çekilen TEN filmi, bu yüzden bir devrimdir. Film 2 sabit kamerayla, bir arabanın içinde geçer. Sürücü kadındır, araba özel bir alandır ve buarada da arabaya 10 farklı yolcu biner. 2 sabit kamerayla çekildiğinden, diyalogları kaçırdıktan sonra film biraz darlıyor insanı ama zaten asıl amaç da bu bana kalırsa. Kadınlar tek bir mekanda, sizin iki saat katlanamadığınız filmi, hayat boyu yaşarlar. Mesela yolculardan biri kadının oğludur, çocuğu sanki 7 yaşında değil 30 yaşındaymış gibi annesine bağırır, onu dinlemez ve başına gelen herşey için onu suçlar. Kadınsa susmak zorundadır.


Kadın, bir akşamüstü bir fahişe alır arabasına. Fahişeye pek ılımlı da yaklaşmaz, sadece merak eder ilişkilerinin nasıl olduğunu. Fahişe konuşur:

"Bir erkek en son ne zaman sana hediye aldı? Ne zaman güzel sözler söyledi? Müşterilerim bana hediyeler alır, beni severler. Sen hiç sevildin mi?"



26 Ağustos 2009 Çarşamba

Love in the Afternoon - Audrey Hepburn, Gary Cooper


Bugün size anlatacaklarımı Yeşilçam filmlerinin yapımcılarına sakın anlatmayın. Efendim konumuz Audrey Hepburn'un oynadığı, 1957 yapımı siyah beyaz "Love in the Afternoon" filmi.
Filmin konusu şöyle:



Audrey Hepburn konservatuarda okuyan, babası dedektif olan bir kızcağızdır. Bir gün bir adam, karısı tarafından aldatıldığından şüphelenir ve bizim dedektiften olayı araştırmasını ister. Dedektif olayı araştırır ve hakikaten de kadının kocasını şehir şehir gezip kadınları tavlayan bir playboy ile aldattığını öğrenir. Dedektiften bilgileri alan koca, playboyu öldürmek için silahını alır ve ofisten çıkar. Buarada bütün bu olayları Audrey ablamız dinlemektedir ve playboyun kaldığı otele gidip bir adamın kendisini öldürmeye geldiğini söyler. Ancak buarada da Audrey abla bizim playboya aşık olur ve olaylar gelişir.







Filmin aynısı, 1970 yapımı Yeşilçam filmi. Oynayanlar: Audrey Hepburn yerine Türkan Şoray, Playboy yerine Cüneyt Arkın, dedektif baba rolünde ise Münir Özkul. Filmdeki repliklerin bile çoğu çalıntı. Ancak arada Türk esintileri var. Mesela Audrey abla konservatuar öğrencisi, Türkan ablamız pavyonda şarkıcı. Audrey ablanın filmde adamla herhangi bir şekilde seviştiği gösterilmiyor ve sadece bir sahnede yatak dağınık ve ablamız tuvalette saçını düzeltiyor. Çok romantik bir aşk var ortada. Bizim Törkiş versiyonunda ise ohooo kadın hamile kalıyor, tüpü açık bırakıp intihar ediyor sonra çocuğu doğuruyor falan böyle yuh lan! Aşkın içine sıçırttınız dedirtiyor. Velhasıl kelam, filmi de hatırlayacaksınız: Arım, Balım, Peteğim.

Filmden kareler:


Boxing Helena (1993)

Yine eskilerden bir film. Boxing Helena. '93 yılının en çok konuşulan filmi. Bir ödevim için izlemiştim vakti zamanında yoksa sadist filmler izleyen bir sapık değilim tabii ki:))



Olayı şudur: Obsesif bir doktor, fahişeye aşık olur ve kadını bir gün kaçırıp kollarını ve bacaklarını keser ve kendine muhtaç eder. Malikanesine kapatır ve orada ona bakar. Herşeyiyle ilgilenir ama bir yandan da kadının önünde başka bir kadınla sevişerek intikam da alır kadından. Çok değişik bir filmdi. Tavsiye ederim.



Teknik bakımdan çok gelişmiş olmasa da çok güzel kadrajlanmış, paketlenmiş bir film. Gerilim, drama tüeünde Boxing Helena'ya 7 veriyorum. Verdim gitti.




Merhaba Filmi!


Michael Haneke bu filmi 1997 yılında, sadece Alman oyuncular kullanarak çekti. Ve sadece Almanca. Ben tabii o zamanlar baya küçüktüm. Filmi hayal meyal hatırlıyorum, annemler bana izletmemişti. Sonra da unuttum gitti. Aradan 10 sene geçtikten sonra Haneke, dalga geçer gibi, filmin sah nelerini birebir bu sefer İngilizce çekiyor. Yni kısaca herif diyor ki, "bakın holivut salakları! Bundan iyisi YOK, alın bi de İngilizcesini çektim birebir. Oturun izleyin, öğrenin. Gerilim filmi nasıl çekilirmiş."




Geçen sene denk geldim ben bu filme. Oturdum izledim. İzlerken içimde böyle korkunç bir hisle izledim hem de. Kumandayı elimden bırakamıyorum ama bırakmak istiyorum. Kapattım kapatıcam filmin devamını da merak ediyorum! İnsan kendisine böyle bi işkence yapar mı ya, oturdum izledim filmi ağlaya ağlaya.

Film tabii birazcık A Clockwork Orangel'ı andırıyor. İşkence bakımından. İki filmde de tipler çok temiz, Alex de(clockwork orange'daki sarışın seksi eleman), Funny Games'deki eleman da böyle bildiğin vitrinine koy orda dursun, arada seyret falan böyle adamlar yani. Yan rollerdeki herifler de hep tombul adamlar, sorunlu olduğu fazlaca belli olan. Müthiş bi ironi kanımca. İzlenmeli diyorum ve Gerilim, Korku, Drama kategorisinde 10 üstünden 9 veriyorum.

Hakkımda

Fotoğrafım
istanbul, Türkiye
izliyorum, susmuyorum.

İzleyiciler